29 Aralık 2018 Cumartesi

Kongo'ya Ağıt - Jean-Christophe Grange

        Grange, standartlarında bir kitap. Erwan, Çivi adamla ilişkili olduğunu düşündüğü, Catherine Fontana cinayetini araştırmak için Afrikaya gidiyor. Baba Morvan da iş için burada, oğlunun araştırmalarına engel olmak için elinden geleni yapıyor. Erwan'ın,  ulaşmak istediği bölge çok zorlu, aslında mantıklı bir insanın asla gitmemesi gereken bir yer. Burada ailesi hakkında gerçekleri ve Lontanoda yaşananları öğreniyor. Kitapta Afrika'da yaşama, geleneksel davranışlara, kuralsızlıklara, insan hayatının değersizliğine ağır eleştiriler var. Fakat bu kısımları, Grange, Kongo'nun olağan süreçleri olarak anlatıyor. Bu, belki kitabın en kötü kısmı, okurken zorlandım.
        Floransa da geçen kısmı ilginç, Fransa ve Belçika kısımları ise üzücü. Kitapta genel olarak Morvan ailesi için bir temizlik söz konusu. Kitabın her aşamasında yeni bulgular ve soru işaretleriyle son sayfaya kadar heyecan devam ediyor. Loic için gelişmeler olumlu, aslında hiç bilinmeyen yönleri var. Diğer kardeşi Gaelle ise hızlı yaşıyor ama sonu trajik oluyor. Grange ikinci kitapta yazılı olmayan ama eskiden filmlerde işletilen kuralları çalıştırmış. Bu kitabın sonunda hukuk sisteminde suçlu olabilecek herkes ölüyor.

       Bu kitabın bana anlattığı en ilginç iki olay ise; Fransızların psikolojik desteğe çok fazla ihtiyaç duydukları. Diğer bir konu ise; nöroloji ve psikiyatri üzerine yapılan araştırmalar ve bu konu için ayrılan ciddi bütçeler.

Aşağıda kitap hakkında hürriyet gazetesinde yayınlanan bir makale yer almaktadır.

Grangé ile Afrika'ya sarsıcı bir yolculuk



Fransız polisiye yazarı Jean-Christophe Grangé, önceki romanı ‘Lontano’nun devamı niteliğindeki ‘Kongo’ya Ağıt’ta okurunu Afrika’da uzun bir yolculuğa çıkıyor. Afrika’yı “Orası, yalnızca bir başka kıta değil, doğrudan hiçliğin olduğu bir başka gezegen; kesinlikle başka bir bölge ya da başka bir dünyayla karşılaştırılamaz bir hiçlik” sözleriyle anlatan polisiyenin usta kalemiyle, yeni romanı üzerine konuştuk.

Jean-Christophe Grangé, Türkiye’nin en sevilen polisiye yazarlarından biri. Her romanı ilgiyle bekleniyor ve beklentileri boşa çıkarmayarak keyifle okunuyor. Kısa süre önce yayımladığı ‘Lontano’nun sonunda yeni romanının çok gecikmeyeceğini müjdeleyerek yine okurlarını keyifli bir beklentiye sokmuştu. Nihayet ‘Lontano’nun devamı olan ‘Kongo’ya Ağıt’ yayımlandı. Grégoire Morvan ve ailesinin etrafındaki gizemler bu kez daha da artarak devam ediyor. Okur, Afrika’nın büyüsünün sarıp sarmaladığı ailenin peşinde heyecan ve sürprizlerle dolu bir yolculuğa çıkıyor. Her zaman yaptığını yapıp tam her şey bitti derken hikâyeyi yeniden başlatıp okurun heyecanını hep üst düzeyde tutmayı başaran Grangé ile ‘Kongo’ya Ağıt’ı konuştuk.
‘Lontano’nun sonunda devamının geleceğini haber veriyordunuz. Afrika’da sizi bu kadar uzun bir seyahate çıkaran neydi?
‘Lontano’ ve ‘Kongo’ya Ağıt’ bütünün bir parçası, bu yüzden tüm hikâyeyi aynı hattın üzerinde kurguladım. Çünkü hikâye tek bir kitap olmak için fazla uzundu. Bu sebeple, editörüm ve ben, bir bütün olan bu aile hikâyesini iki parça olarak yayımlamaya karar verdik. Bir ailenin köklerine inen bir hikâye yazmak istemiştim hep; bu iki kitapla ve kendi tarzımla birlikte yapmak istediğim şeyi gerçekleştirmiş oldum; yani hikâyemi polisiye bir soruşturmanın içinde besledim.
‘Kongo’ya Ağıt’ta Afrika daha bir ön plana çıkıyor. O bölgede yaşanan politik oyunların da altını çiziyorsunuz. Afrika’yı Avrupa’da bu kadar önemli kılan neydi sizin için?
Her zaman oldukça karışık olan Afrika ve Fransa arasındaki nüansları ortaya çıkarmak gibi bir niyetim yoktu aslında. Fakat diğer bir yandan bu hattaki trafik, birbirini izleyen ve tamamlayan noktalar, iyi bir resmin arkasındaki fon gibi romanımı destekledi. Bazı yazarlar, sosyal ve jeopolitik gerçekleri kurgularını ön plana çıkarmak için kullanırlar. Ben bunun tam tersini yapmaya çalıştım; tüm bunları kurgumu saracak ve arkadan destekleyecek şekilde kullandım. Eğer Afrika üzerine bir şey yazmak isteseydim, gazeteci olduğum zamanlardaki gibi bir makale yazardım.
Grégoire Morvan’ın geçmişi bu kitapta ortaya çıkıyor ve hikâyenin gidişatı tamamen değişiyor. Bu karakteri yaratırken neden ilham aldınız?
Ben, işkence görmüş, vahşi ve şeytani bir babanın hikâyesini anlatmak istedim. Fakat hatalarına ve şiddetine rağmen, aynı zamanda onun, çocuklarını seven ve onlara her zaman rehber olabilen bir baba olabileceğini de göstermek istedim. Çünkü o, bir bakıma kendi çocukluğunun kurbanı. Bu aile hikâyesi, eğitimin zincirleme bir reaksiyon olduğunu ve ne kadar önemli olduğunu göstermek açısından büyük bir şans oldu, çünkü çocuklarımızı kendi travmalarımızla yetiştiriyoruz ve sıranın kendimize dönmesine sebep oluyoruz.
Morvan ile birlikte Afrika’da bilinmezlere yola çıkarıyorsunuz okuru. Ve aslında iyisiyle kötüsüyle beyaz adamın Afrika’da yaptıklarını da anlatıyorsunuz. Beyaz adam siyahlara ne öğretti, onlardan ne öğrendi?
Araştırmalarımı yaparken, Afrika’ya birçok yolculuk yaptım ve tüm bu deneyimler bende derin izler bıraktı. Orası, yalnızca bir başka kıta değil, doğrudan hiçliğin olduğu bir başka gezegen; kesinlikle başka bir bölge ya da başka bir dünyayla karşılaştırılamaz bir hiçlik. Gerçekten oraya kaos ve doğanın yabanıllığı hâkim ama tüm bu zorlukların altında, inanılmaz bir ruh ve kesinlikle görülmesi gereken derin bir tinsellik var. Dolayısıyla beyaz adam, siyah adamdan materyalist olmayan ancak ruhsal olan birçok şey öğreniyor.
‘Kongo’ya Ağıt’ta bir başka öne çıkan da nöroloji ve psikiyatri... Tüm kahramanların beyinlerine giriyor ve haritalarını çıkarıyorsunuz. Nedir sizi bu alana çeken?
Her zaman beyin üzerine yapılan çalışmalara hayran kalmışımdır. Mesela, kişiliğimizi veya hayata dair görüşlerimizi değiştirebilecek bir tedavinin düşüncesi bile beni büyülüyor. Ancak beyin üzerinde bu tür etkilerin gerçekleşebilme olasılığı beni şoke de etmiyor; bu tür tedaviler, kendi ilacını kendi üreten kimyasal varlıklar olduğumuzu hatırlatıyor yalnızca bana. Her şeyin insan ruhunun derin düzlemlerinde ilerlediği ve geliştiği polisiye bir romanda, nöroloji ve psikiyatri aslında birincil elementlerdir. Çünkü bunlar suçun temel silahları olabilir.
HEPİMİZ EVRENİN GİZEMİNİN ÇIPLAKLIĞINDA YALNIZIZ
Kitapta tartıştığınız beyin kontrolüyle insanın evrilebileceğini ya da insanın böyle bir işe gerçekten kalkışabileceğini düşünüyor musunuz?
Bilimsel gelişmelerin insan beynini konu almayı sonlandıracağını düşünmüyorum, ancak bu gelişmeler her zaman diğer beyinlerin eseri olacak, yani kendi geçmişlerini kendileri etkileyecek. Bu, beni gerçekten büyülüyor. Karakterimizin çocukluğunun, yetişkin hali üzerindeki mutlak gücü de bu zaten. Bu yüzden her şeyin çocuklukta sahnelendiğini söyleyen Sigmund Freud’a büyük hayranlık besliyorum.
Kitapta tam büyünün büyüsüne kapılmışken gerçekle bu yarım kalıyor. Kitap büyü ile gerçeğin birleşimi gibi. Bu konuda siz neler söylersiniz?
Bu benim tam da Afrika için söylediğim şey. Orada büyü ile gerçeklik arasında ya da tinsellik ile materyalistlik arasında bir ayrım yok. Orada hayran kaldığım, bayıldığım şey de buydu. Sağduyumuz, teknolojimiz ve bilimimiz tarafından korunduğumuza inanıyoruz ama kendimizi ‘bilinen’ şeyler tarafından korunduğumuza inandırmak sadece bakış açısını bir başka yöne doğru yöneltmek demek. Temelde hepimiz evrenin gizeminin çıplaklığında yalnızız. Afrikalı insanlar bunu günlük hayatlarının içindeki bir gerçek olarak kabul etmişler ve bunu asla unutmamışlar.
Hikâye nefret üzerine kuruluyor. Nefret her şeyi yok edebilecek kadar güçlü bir duygu mu sizce? Ya da insanlar kendi zayıflıklarını, hatalarını örtmek için başkalarından nefret etme yoluna gitmeyi mi tercih ediyor?
Nefret, zayıflığın ve özellikle derin bir yaranın göstergesidir. Kitaplarımın hepsinde travmaları yüzünden acı çeken ve şiddetli davranışlarının sebebini buna yoran (ama asla bunlar yüzünden üzgün olmayan) karanlık, vahşi ve inançsız insanlar var. Aslında kitaplarım derinde oldukça pozitif, çünkü insanın, temelde kötü olabileceğini düşünmüyorum. ‘Kötülük’ bir hayal kırıklığı -çünkü kelimelerden korkmaya gerçekten hiç gerek yok- onu agresif yapan sevgisizlik ve ölüm korkusu.
Romanda delilleri izliyoruz ve tam bitti derken hikâyenin yeniden başladığını görüyoruz. Sonra da sürpriz bir sonla şaşırıyoruz. Okurun ilgisini nasıl bu kadar yüksek tutabiliyorsunuz?
Bu tamamen benim tarzım: Hatalı izler sunmak ve okuyucumun dikkatini kitabın sonuna kadar korumak. Bunu ‘yanlışlıkla’ kullandığım bir teknik olarak düşünebiliriz, okuyucumun nabzını tutmanın reçetesi işte bu. Sunulan izler doğru gitmez ve okuyucu hiçbir zaman aldanmaz. Bunun için iyi, karmaşık ve tüm noktaları birbiriyle uyumlu bir hikâye gerekir: Okuyucuyu ikna etmenin ve ‘sarsmanın’ tek yolu budur.

TÜRK OKURLARIN COŞKUSU BENİ ÇOK MUTLU EDİYOR
Türkiye’de en çok sevilen, okunan polisiye yazarısınız. Türkiye ve Türk okuyucularınız hakkında ne söylemek istersiniz?
Onlara basitçe şunu söylemek istiyorum: Coşkuları beni çok mutlu ediyor. Türkiye’yi çok seviyorum, çünkü evrenimi paylaşabildiğim okuyucuların varlığını düşünmek bile beni gerçekten duygulandırıyor. Geçen ay, oğlum nişanlısıyla birlikte İstanbul’a gitmişti. Gittiği tüm kitapçılarda benim kitaplarımı gördüğü için, oldukça şaşkın, fakat aynı zamanda da gururlu olarak geri döndü. Bunun için Türk okurlarıma çok ama çok teşekkür ediyorum.
Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr den alınmıştır.

Jean-Christophe Grange, Kongo'ya Ağıt ile Lontano'yu sürdürüyor!



Bütün yollar cehenneme çıkıyor…

Afrika’da, Floransa’da, Paris’te…

Düşman aynı: Çivi Adam!

İblisle son düello başlıyor!..



(Tanıtım Bülteninden)




Hamur Tipi : 2. Hamur
İlk Baskı Yılı : 2017
Baskı Sayısı : 1. Basım
Sayfa Sayısı : 608
Ebat : 14 x 23
Medya Cinsi : Ciltsiz



30 Kasım 2018 Cuma

Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri - Çetin Altan


Son derece güzel kısa hikayelerden oluşmuş bir kitap. Polisiye hikayelerin her biri, birbirinden ilginç gelişmelere sahne oluyor. Rıza Bey emekli olduktan sonra , aslında yalnızlık çekerken, bu hikayeleri yazmaya başlıyor, hikayelerin bir kısmı başından geçmiş olaylar, bir kısmı ise kendi kurgularından oluşuyor. Anlatım dili güzel ve akıcı. Çetin Altan'ın bu tarz kitap yazmış olduğunu bilmiyordum.

Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr adresinden alınmıştır.



Dünya Edebiyatında polisiye edebiyatın yeri gözardı edilemeyecek bir anaçlıkta. Özellikler gelişmiş toplumlarda yüzbinlerce satan önemli bir bölümü bu dala ait...

Az gelişmişlik, "gözlemciliğe", "anı anlatımcılığına" ve "toplumsal gerçekliğe" ayırdığı payı; düşsel yaratıcılığa ve bu arada okuyucuları daha yüreğinden yakalayan ve toplumsal kesitlere insan tiplerlerini daha değişik bir gergef içnde sunan polisiye yapıtlara ayıramıyor...

Bizde ise Batı taklidi kokan bir iki örnek dışında, polisiye edebiyat, genel edebiyatımızın en öksüz kalmış bölümü... Çetin Altan, Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri adındaki yeni kitabında, bu öksüzlüğün kapısını tıkırdatmaya çalışıyor... Amaç, yazılar bahçesinde eksikliği duyulan önemli bir türün, ilk fidanlarından birini dikmek..
Yazar, gazetedeki sütununda da pazar günlerini Rıza Bey'in öykülerine ayırmıştı. Değişik kurgular içinde karmakarışık düğümlerle beklenmedik çözümlerinin gördüğü geniş ilgi karşısında, Rıza Bey'in öykülerini kitaplaştırmak kaçınılmaz oldu.

Türk edebiyatının boş bırakılmış bir alanında Çetin Altan'dan bir hayli değişik ve özgün sayfalar okuyacaksınız.

Bunu, az gelişmişlikten gelişmişliğe doğru kurulmakta olan köprüde, çorbada tuz benzeri, iyi niyetli bir çaba olarak değerlendirmeniz dileğiyle...



Sayfa Sayısı: 287

Baskı Yılı: 1998


Dili: Türkçe
Yayınevi: İnkılap Kitabevi
İlk Baskı Yılı : 1998
Sayfa Sayısı : 287
Dil : Türkçe

5 Ekim 2018 Cuma

Çocukluk Adası - Karl Ove Knausgaard

       
          Kavgam serisinin 3. kitabında, küçük Karl Ove ile tanışıyoruz. Çocukluk anılarını nasıl bu kadar detaylı hatırlıyor diye merak ederek okudum. Kendisi ile yapılan röportajda da bu soru dile getirilmiş. Aslında hatırladıkları ve bazı kurgularla oluşturulmuş bir kitapmış. Babasını hiç sevmiyor, üstelik çok korkuyor fakat bunu  neredeyse hiç dile getirmiyor. Babasının aileden zaman içerisinde kopuşunu anlatıyor. Aslında birinci kitapta alkolik babasını gömmüştü, parçaları birleştirirseniz fazla üzülmemesi çok normal.
           Kitabı okurken baştan sona bir çocuk gözüyle İsveç'te yaşam çok güzel anlatılıyor. Eğitim sisteminin çok iyi olmasının yanında, çocukları spor yapmaya teşvik konusunda da çok iyi imkanlar sunuyor. Kitabı bitirmek için kendimi zorladım. Best seller olması büyük saçmalık  benden başka kimsenin okuduğunu sanmıyorum. Bu kitabı okumayı planlıyorsanız listenizde biraz gerilere koymayı deneyin. Belki hiçbir zaman sıra gelmez ve daha güzel kitaplar okuma olasılığınız artar.

Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr adresinden alınmıştır.


"Çocukluğum denen bu kuyunun dibinde kuşkusuz o, annem, anneciğim vardı. Beni kurtarmıştı."

Knausgaardmania Amerika'da "Çocukluk Adası" ile başladı ve etkileri tüm dünyada hissedilen kuvvetli bir edebi fırtınaya dönüştü. Çocukluk Adası, hep geri dönmek istediğimiz çocukluk zamanlarını anlatıyor. Knausgaard, bilinmeyen zamanların büyüsüne ve güzelliğine götürüyor bizleri. Özlemleriyle hepimize seslenen bir çocuğa hayat veriyor: hepimizin içindeki çocuğa.

"Yirmi birinci yüzyılın en büyük edebiyat olayı olmaya aday."
-Guardian-

"Herkes bir tutam Knausgaard istiyor."
-Vice-

"Selfie çağının başyapıtı."
-Guardian-

"Çocukluk çağı hem keyifli hem de korkutucudur. Yeni evler, dersler ve arkadaşlar küçük Karl Ove'un içinde delicesine bir heyecan ve tüyler ürperten bir korku uyandırır. Yetişkinlerin tanrısal nitelikte güçleri vardır; söz konusu, Karl Ove'un üzerine titreyen annesiyse bu güç iyilikseverlikle özdeşleşir, zalim babasıysa gaddarlıkla özdeşleşir."
-Harvill Secker-

"Knausgaard kendini zorlayarak daha önce yapılmamış bir şey yaptı ve otobiyografik romanın ses duvarını aştı. Her sinir ucunu ateşlerken okuyucuları yaşamanın ne kadar harika bir his olduğunu anlamaya davet ediyor"
-Jeffrey Eugenides, New York Times-

"Çağdaş bir Norveçli yazarın kendi hayat hikâyesini anlattığı altı ciltlik edebi bir deneyim, kulağa sıkıcı gelebilir. Ancak Knausgaard'ın edebi deneyimi hem acımasızca dürüst, hem de sıkıcı olmaktan çok uzak. Bana güvenin, tüm ciltlerin İngilizceye çevrilmesini beklediğinize değecek."
-Jo Nesbo, The Week-

"Hayatın her detayını ustaca ifşa eden Karl Ove Knausgaard, favori yazarınızın yeni favori yazarı haline geldi."
-Evan Hughes, The New Republic-

"Knausgaard son yıllarda ortaya çıkan en dikkat çekici yazarlardan birisi. Global bir süperstar olma yolunda hızla ilerliyor."
-The Economist-

"Kavgam öylesine özel bir kitap ki, âdeta bir sığınak… [Knausgaard] günümüzde olup bitenleri anlatan önemli bir yazar."
-Ian Brown, The Globe and Mail-

"Yılın -ya da yüz yılın- en çok beklenen kitaplarından biri."
-Financial Times (UK)-

"Çocukluk Adası ilk gençliğin mutluluklarıyla ve kaygılarıyla yankılanıyor. Knausgaard bu mutlulukların ve kaygıların uyandırdığı yoğun duygulara ustalıkla yeniden hayat veriyor."
-Thomas Meaney, Times Literary Supplement-

"Onu okumak kendinden geçmekten farksız; bünyeyi hızlandıran bir halüsinasyon değil de, tersine daha da yavaşlatan bir halüsinasyon gibi… Knausgaard, hiç şüphesiz ki bir dahi."
-Toronto Star-

"Karl Ove'un yeteneğinde dikkati çeken şey, ki bu yetenek bugünlerde ender bulunuyor, tamamen anda bulunması ve kendi varlığının farkında olması. Her detay süsleme ve gösterişten uzak bir biçimde ortaya konuyor, sanki yazmak ve yaşamak eşzamanlı meydana geliyormuş gibi hissediyorsunuz… Sizi tamamen içine çekiyor olması gerçeği dışında göze çarpan bir şey yok. Onun hayatını onunla birlikte yaşıyorsunuz… Ove'un kitabının pek kibirli başlığı, bir yetişkinden beklenen hayatı gözlerinizin önüne getirmeye çalışırken, sürekli olarak önünüze çıkan kötü bir şaka gibi. Nasıl daha şu anda olunur, nasıl daha duyarlı olunur? Kendimiz hakkında, başkaları hakkında? Başkaları için?"
-Zadie Smith, The New York Review of Books-

"Kavgam Serisi günlük hayatın dayattığı dipsiz gizem yığınını araştırıyor… Knausgaard'ın yaklaşımı sade ve titiz, kimi zaman sıradan, ama bunu asla kağıda dökmüyor. Onun teması hayatın bütününün kendi kendisiyle bir arada var olduğu gerçeğinin güzelliği ve dehşeti. Tüm edebi aldatmacaları terk ederek mükemmeliyete konan gerçek bir kahraman, çıplaklığı kraliyet şıklığını alt eden bir imparator."
-Jonathan Lethem, The Guardian-

"Çocukluk Adası ile (altı ciltlik) Kavgam yolunu yarıladık ve eser şimdiden yüz yılın başyapıtı gibi parlıyor."
-Kirkus Reviews-

"Çocukluk Çağı'nın kendine has bir güzelliği var. Önceki ciltlerde, anlatıcı akşam yemeğini pişirmek için ocağı açmasından tabağında hazır duran yemeğe çatalını batırmasına kadar yaptığı her şeyin her aşamasına şahit olmamızı istiyordu. Knausgaard'ın bu ısrarı, edebiyatta yabancılaştırma denemesinin rahatsız edici bir parçası gibi görünüyordu. Ama genç Karl Ove'un akşam yemeği konusundaki titizliği, böyle günlük işlerdeki detaylara dikkatini veren bir çocuğun bakış açısıyla birebir örtüşüyor. Nihayet Knausgaard'ın tarzındaki gizli anlamın ve arka planın ne olduğunu bulduk sanırım."
-Elaine Blair, The New York Review of Books-

"Uzun hatıralarını kaleme döktükçe giderek Wordsworth-vari bir üslup kazanan Knausgaard için hayatın gerçeği, her şeyin kaynağı ve sıcaklığı çocukluk; ondan uzaklaşmak zorunda kalmak, ki hepimiz bunu yapmak zorundayız, güneşten uzaklaşmaya eşdeğer. Kavgam okuyucuları çocukluğa döndürüyor (bilhassa da Knausgaard'ın 1970'lerin Norveç'indeki çocukluğuna) ve bizleri artık çok uzaklarda kalan o sızılarla (mısır gevreği, babamızın kötü mizacından korkmak, havalı bir çanta veya yeni bir mayo alınca hissettiklerimiz, okulda geçirilen bir günün getirdiği korku ve mutluluklar) kuşatıyor. Ve sanki okuyucularına şöyle sesleniyor: Bunu görün, hissedin ve her bir saniyesini hatırlayın ki kavrayışınızdan kurtulmaya başladığı anda onu yeniden ele geçirin."
-James Wood, The New Yorker-
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 458

Baskı Yılı: 2016


Dili: Türkçe
Yayınevi: Monokl


Editör : Rasim Emirosmanoğlu
Düzelti : Ayşegül Ergül
İlk Baskı Yılı : 2016
Sayfa Sayısı : 458
Dil : Türkçe

10 Ağustos 2018 Cuma

Siyah Süt - Elif Şafak

           Elif Şafak'ın kendini anlattığı, daha doğrusu hamilelik dönemini anlattığı bunalım kitabı. Kitap, giriş ve gelişme bölümünde, çocuk sahibi olursa yazarlık yapamazmış gibi bir sürü örnek veriyor. Sonunda kendi kendisini çocuk sahibi olmaya ikna ediyor. Aslında kitabın bütünü bu kadar. Tarihte önemli yer edinmiş feminist yazarlar konusunda anlattıkları kitabın genelinden daha güzel. Elif Şafak ve Orhan Pamuk 'un ortak özellikleri Cumhuriyet ve Atatürk takıntıları. Zaman zaman düşünüyorum Atatürk olmasaydı bunlar yazar olabilir miydi ? İyi bir yazar olmak için Atatürk'ün Cumhuriyetini kötülemek aşağılamak mı gerekiyor. Loğusalık dönemimde cin kovma olarak yapılan saçmalıklar dolu cahil batıl inançların cumhuriyetin ilanı ile günümüze taşınamadığını iddia edecek kadar geri zekalı bir yazardır Elif Şafak. Neyse böyle saçma sapan bir kitabını daha okudum, okumamak lazım aslında. Kitabın en etkileyici cümlesi "Sana yazamam ama seni yazarım." olmuş. Kitabı okumadan önce anlamını farklı yorumlamıştım. Kitabı okuyunca çok mantıklı geldi. Bu sözleri söylediği karakter depresyona girdiğinde, kendi kendine konuştuğu Lord Poton. Depresyondan çıktığında ise artık onu bir daha görmeyeceğini düşünerek söylenmiş bir söz.

Aşağıdaki fotoğraf ve tanıtım bülteni www.dr.com.tr sitesinden alıntıdır.

Elif Şafak’ın anne olduğu senede geçirdiği doğum sonrasını bunalımını anlattığı, aynı anda hem anne hem de yazar olmanın güzelliklerinden ve zorluklarından bahsettiği otobiyografik eseri Siyah Süt, 2007 yılında Doğan Kitap tarafından yayımlanmıştır. Kitap, okurlar ve eleştirmenler tarafından olumlu yorumlar alarak en sevilen Elif Şafak kitapları arasında yerini almıştır.

Kitaptan bir örnek:

“Bir roman yazmak, zaman zaman içinde tek bir an’ı seçip kopartarak, giriş-gelişme-sonuca bağlanıncaya kadar ince ince işlemek demektir;

An’dan zaman doğurma sanatıdır roman, hakikati bozmaktır bir anlamda, samimi sahtekârlık...

Çünkü işin aslı, herkesin gayet iyi bildiği üzere, başı sonu olmaz hikayelerin...

Bu kitap bir roman değil. Ama olsaydı, seneler evvel Ada vapurunda başlardı muhtemelen...”

Kitabın metnine Latif Demirci’nin çizimleri eşlik etmektedir.

Sayfa Sayısı: 308

Baskı Yılı: 2013


e-Kitap: 

Sayfa Sayısı: 267

Baskı Yılı: 2007


Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap
İlk Baskı Yılı : 2007
Sayfa Sayısı : 308
Dil : Türkçe


6 Şubat 2018 Salı

Lontano - Jean-Christophe Grange


Roman uzun bir giriş bölümü içeriyor, biraz ağır ilerlemekle birlikte daha sonra tempo artıyor. Bazı bölümleri Kızıl Nehirler kitabında olduğu gibi midemi bulandırdı. Yazarın diğer kitaplarını da okuduğum için bu kitaba orta seviyede bir hikaye diyebilirim. Eğer benim gibi Grange hayranı iseniz okunmanız gerekir. Kitabı, e-book ile okumayı denedim, pek çok hata vardı. Bu şekilde olursa klasik kitap okumak daha mantıklı olur.

Fransa da yaşamalarına, zengin olmalarına karşın aslında bütün Morvan ailesi mutsuz ve sorunlu. Buna sebep ise tartışmasız Gregoire Morvan yani Erwan, Loic ve Gaelle 'in babaları. Aslında kitap, ruh hastası manyak bir babanın, 3 çocuğunun (iki oğlu ve bir kızı) hayatını mahvetmesinin temeli üzerine kurulmuş. Kitabın pek çok kısmında hikayeden kopup çocuklar adına üzüldüm. Bir seri katil hikayesi ama, yine çok vahşi yine mide bulandırıcı detaylar var. Okuduğum sürükleyici kitaplardan biri, bitince üzüldüm ama iyi haber hikaye daha bitmedi. İkinci bölümü Kongo'ya Ağıt.

Kitaptan edindiğim ilginç notlar ise; kemik iliği nakli ile kan grubunun değişmesi, Fransa'da çocuklara taciz ve tecavüzün kilise ve yetiştirme yurtlarında çok yaygın olduğu. Bir diğer tuhaf ayrıntı ise eşcinsellik konusunda yazar çok takıntılı.  Bir de no-limit üzerinde çok durulmuş, kitabı okurken herkesin manyak olduğunu düşündüm. 

Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr den alınmıştır. 



Jean-Chrıstophe Grangé'den Kongo-Fransa-Belçika üçgeninde tüyler ürpertici, soluk soluğa bir kovalamaca.

Onlar ölümsüzlüğün sırrına vâkıf olanlardı. İntikam hissiyle yanıp tutuşan, kötülüğün öncüleriydi. Zamanın ve mekânın ötesine geçebilenlerdi. Afrika'nın derinliklerinden getirdikleri Kara büyüleriyle aklın sınırlarını aşanlardı.
(Tanıtım Bülteninden)


İnce Kapak:

Sayfa Sayısı: 656

Baskı Yılı: 2016


e-Kitap:

Sayfa Sayısı: 747

Baskı Yılı: 2016


Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap
İlk Baskı Yılı : 2016
Sayfa Sayısı : 656
Dil : Türkçe





13 Ocak 2018 Cumartesi

Baba ve Piç - Elif Şafak

                
            Kitap giriş bölümleri itibarıyla tam bir Elif Şafak eseri. Gelişme bölümünde ise sanki özellikle tepki çekmek için uğraşılmış bir kısım var. Ermenilerin bulundukları bölgelerden sürülmesi ve bu süreçte kayıp vermeleri, ermeni soykırımı olarak adlandırılıyor. Bu komik ve temelsiz iddaları Türklerin kabul etmediği, sorumluluk duymadığı ama Ermenilerin bu bilinç ile yaşamlarını sürdürdükleri vurgulanmış. Aynı ermeniler, masum insanları, ermeni terör örgütleri öldürürken alkışlıyor, Azerbaycan'ı işgal edip masum insanları öldürürken zafer çığlıkları atabiliyorlar. Aslında iddaların hepsi bir yana bu süreç neden başlamış kitap bu konuya hiç değinmiyor. Elif Şafak iyi bir yazar olabilir ama iyi bir araştırmacı değil.
               Kitabın finali ise tam bir felaket. Keşke başka türlü bitirseydi kitabı diye düşündüm. Yargısız infaz yapan deli, büyücü bir teyze ve cezasız kalan suçlular. Bazı durumlarda; ölüm, suçlular için bir ceza değildir.

Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr den alınmıştır.




Elif Şafak, bu kitabında İstanbul – Amerika arasında biri Türk diğeri Ermeni asıllı iki aile üzerinden Türkiye-Ermenistan ilişkilerini incelemiştir. Yazar romanını 18 bölüme ayırarak her bölüme aşure yapımında kullanılan malzemelerin ismini vermiştir. Ülkemizde çok tartışmalara yol açmış bu roman, aynı zamanda Serra Yılmaz’ın başrolde yer aldığı tiyatro oyunu olarak sahnelenmiştir.


İnce Kapak: 

Sayfa Sayısı: 416

Baskı Yılı: 2015


e-Kitap: 

Sayfa Sayısı: 333

Baskı Yılı: 2010


Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap
İlk Baskı Yılı : 2010
Sayfa Sayısı : 416
Dil : Türkçe

11 Ocak 2018 Perşembe

Başlangıç - Dan Brown



            Dan Brown 'ın 1996 yılında yayınlanan ilk kitabı Digital Kale bence teknik bilgi olarak bir felaketti, yeni kitabında en azında teknik danışmanlık almış. Kitap, yazarın bütün romanlarında olduğu gibi çok akıcı, kalın gibi görünse de çabuk biten ama bitmesin lütfen diyeceğiniz bir eser. Edmond Krisch çılgın, dahi, sanat sever, zengin, ateist ama çok şansız, gerçek hayatta Elon Musk ile benzerlik hemen dikkat çekiyor. Onunda Teslası var, üstelik ilgi alanları da aynı, kitabın temel dayanağı (A.I. artifical inteligence) yapay zeka. Aslına yapay zeka konusunda son zamanlarda yapılan açıklamalar kitap için iyi bir kaynak olmuş. Bu açıklamalar hakkında merak etiğiniz detaylar varsa youtube.com da ted talks A.I. diye arama yaparsanız, bazı konuşmacılar aslında kitaba bir temel oluşturmuş.

             Kitap Bilbao, Madrid, Sevilla ve finali Barcelona da geçiyor. Kitabın sonunu tahmin etmek zor olmadı. Kitapta en çok ilgimi çeken noktalardan birisi ise, din ile bilim asla bir arada olamayacağı ve bütün akademisyenlerin bunu kabul ettiği defalarca vurgulanmış. Eğer kitap okuyan bir toplum olsaydık, özellikle tutucu kesim biraz kitap okuyor olsaydı bu kitap çok tepki çekerdi.


Kitap ile ilgili basında yer alan ilginç bilgiler.
Dan Brown'un Cehennem isimli kitabında da yaşanana kitabın çevrilme süreci Başlangıç kitabında da aynı şekilde sürdürüldü. Kitabın tüm çevirmenleri ve editörleri ismi açıklanmamış olan bir şehirde haftalarca bir arada tutuldular. Dış dünyayla iletişim kurmaları yasaklandı. Çalışma odalarına girerlerken yanlarına hiçbir elektronik eşya almalarına izin verilmzken odalarından çıkrken de kağıt ve not defteriyle çıkmaları yasaklandı. 
Bu kişilerin aynı zamanda bağlı bulundukları yayınevlerine dahi bilgi vermeleri yasaklandı. Tüm bunlar için çevirmen ve editörler bir gizlilik anlaşması imzalamıştı. 
Kitapta bahsi geçen tüm mekan ve eserler yukarıdaki fotoğraflardan da anlaşıldığı üzere gerçekte de var. Kitap bu yönüyle aslında okuyucusunu sanki İspanya turuna çıkarırmış gibi bir özellik taşımaktadır. (Bu Cehennem kitabında Floransa ve bir kısım İstanbul, Melekler ve Şeytanlar isimli kitabında ise Roma şehri için geçerlidir. Aslında diğer kitaplarında da ayı durum söz konusu.)
Kitapta adı geçen Edmund Kirsch'un Tesla model X aracı Dan Brown'un kendi aracının modelidir. 


              Aşağıdaki bilgiler @CelineSymbioss twitter kullanıcısının paylaştığı tweetlerden alınmıştır. Bu kullanıcının paylaşımları çok güzel ve yararlıdır. Kendisini takip etmek benim için büyük bir şans oldu. Herkese öneririm.

Kitabın içinde geçen birkaç sanat eserini paylaşayım.

1.      Bölüm '...meydanda oturan on iki metre boyundaki köpeğe başını kaldırıp baktı.' Jeff Koons, Puppy, 2009




1.     Bölüm '....Karşısında, ince demir bacaklarıyla devasa gövdesini taşıyan dokuz metrelik kocaman bir karadul heykeli yükseliyordu.''

  Louise Bourgeois, Maman, 1999. bronz, mermer ve çelik 9.2m yükseklikte


Bölüm 'Bilbio'daki Guggenheim Müzesi uzaylı hayallerinden fırlamış gibiydi. Gelişigüzel biçimde birbirine yaslanmış gibi duran eğri metal formaların meydana getirdiği kıvrımlı bir kolaj denilebilirdi.''
The Fog Sculpture 'Japon sanatçı Fujiko Nakaya'nın bu eseri hakkında bir şeyler okumuştu. Hava akımının etkisiyle, zaman içinde oluşup dağılan bir sis duvarından yapılmış devrimci bir eserdi.'


6. Bölüm Yves Klein, The Swimming Pool 'Bu muazzam büyüklükteki resim tek bir renkten oluşuyor, koyu mavi bir alan meydana getiriyordu. Çevresinde durup bakanlar, küçük bir göle yukarıdan bakıyormuş izlenimine kapılıyordu.'

6. Bölüm 'Michelangelo altın standarttır. Kadınsı bir kırılganlık yansıtacak biçimde, gevşek bir sapan taşıyan elini kıvırıp Davut'a ustaca, efemine bir kontraposto pozu vermiştir.'

8. Bölüm The Matter of Time 'Sanatçısının ismi Richard Serra. Böylesine ağır malzemeyle desteksiz duvarlar kullanıması dengesiz duruyormuş izlenimi veriyor. Ama aslında hepsi de oldukça sağlam.'
12. Bölüm Cai Guo-Qiang, Head On, 2006 'İsmi Head On (Bodoslama) Duvara doğru gözü kapalı koşan doksan dokuz kurt, geleneklerden sapmaya cesaret edemeyen sürü mantığını sembolize ediyor.'
1.bölüm s.81 'Bilgisayarlar sanat üretmeye başladığında sanatçısı kim olacak? Bilgisayar mı yoksa programcısı mı?'

28. Bölüm Louise Bourgeois, Cells 'Tabelasında HÜCRELER yaz bu çok geniş galeride kafese benzeyen acayip bölmelerin her birinin içinde beyaz amorf bir heykel vardı.'
1.     41. Bölüm Giaquinto Corrado Religion Protected by Spain (İspanya'nın Koruduğu Din) 1750



44. bölüm 'Davetlilerin çoğu müzedeki en ünlü eser El Guernica'yı görmek için 206.06 numaralı salona gitmişti. Yedi buçuk metre uzunluğundaki Picasso eseri, İspanya'daki İç Savaş sırasında küçük bir Bask kasabasının bombalamasını tasvir ediyordu.'


Politika ve savaş resimle aktarılabilir mi? Picasso'dan bir başyapıt. 79 yıl geriye, Guernica'ya gidiyoruz...

49. Bölüm Parc Güell, Antoni Gaudi 'Doğanın sadık bir öğrencisi olan Antoni Gaudi, organik biçimlerden mimari ilham alıyordu. Bir zamanlar Gaudi'nin ''Doğada düz çizgiler yoktur,'' dediği bilinir ve onun eserlerinde düz çizgilere gerçekten de pek seyrek rastlanır.'


49. Bölüm 'Casa Milà, Gaudi'nin en ünlü binalarından biriydi. Çok katlı cephesi ve dalgalı taş balkonlarıyla kazı yapılmış bir dağı andıran bu göz kamaştırıcı ''konut'' şimdilerde ''taş ocağı anlamına gelen ''La Pedrera'' ismiyle anılıyor.'



52. Bölüm Paul Gauguin 'Tablodaki kelimeleri şaşkınlık içinde okudu: D'où Venons Nous? Que Sommes Nous? Où Allons Nous? Nereden geliyoruz? Biz neyiz? Nereye gidiyoruz? '



s.278 'En sağda; hayatın başlangıcını temsil eden bebek, bir kaya parçasının üstünde uyuyordu. Nereden geliyoruz?'
'Ortadaki farklı yaş gruplarından insanlar gündelik işlerini görüyorlar. Biz neyiz?'
'Ve sol tarafta derin düşünceler içinde oturmuş yaşlı kadın kendi ölümünü tahayyül ediyor gibiydi. Nereye gidiyoruz?'


61. Bölüm 'Gaudi'nin tartışmalı Basilica de la Sagrada Familia'sı, sadece özel bağışların geliriydi yüz yıldan fazladır yapım aşamasındaydı. Gelenekçilerin ürkütücü bulup organik şekilleri ve doğayı yansıtan tasarımı yüzünden eleştirdiği kiliseyi...'



Modern zamanların en tuhaf ve en aykırı mimarı Antoni Gaudi. Ama Picasso onu bağnaz bir gerici olduğunu düşünürdü.
70. Bölüm William Blake, The Ancient of Days (Günlerin Atası), 1974 'Rahip Bena'nın buna bir ''Tanrı resmi'' demesi onu şaşırtmıştı. Resimdeki aslında Hristiyan Tanrısı değil, Urizen isimli ilahtı.'


s.369 'Eserin tarzı öylesine fütüristikti ki, yüzyıllar sonra ünlü fizikçi ve ateist Stephen Hawking, God Created the Integers kitabına kapak resmi olarak bunu kullanmıştır.'


Aşağıdaki tanıtım bülteni, www.dr.com.tr den alınmıştır.




Kim olursan ol, neye inanırsan inan,
Çok yakında her şey değişecek...

Genç adam, aniden üç büyük dinin temsilcilerine döndü. “Şaşırtıcı bulacağınızı tahmin ettiğim bilimsel bir buluşum sebebiyle bugün buradayım. İnsanlık deneyimimizin en temel iki sorusuna cevap bulma ümidi ile yıllardır peşinden koşuyordum. Bu bilginin tüm inananları derinden etkileyeceğine inanıyorum. Nasıl desem, ‘yıkıcı’ diye tanımlanabilecek bir değişikliğe sebep olabilir. Birazdan
görecekleriniz, dünyayla paylaşmayı umduğum sunumun kaba bir kesiti. Fakat bunu yapmadan önce dünyanın en etkili din adamlarına danışmak, en çok etkilenecek kişilerce nasıl algılanacağını öğrenmek istedim.”

Piskopos, haham ve ulema birbirlerine baktılar, sıkılmış görünüyorlardı. Piskopos, “İlginç bir girizgâh Bay Kirsch. Bize gösterecekleriniz dünya dinlerinin temelini sarsacakmış gibi konuşuyorsunuz," dedi. Genç adam kutsal metinlerin saklandığı bu eski mahzende etrafına baktı. Temellerini sarsmayacak, yıkacak, diye düşündü. Din adamları üç gün içinde bu sunumu bir etkinlikle insanlara duyuracağını bilmiyorlardı. Bunu yaptığında tüm insanlar, dini öğretilerin gerçekten de ortak bir noktası bulunduğunu anlayacaklardı: Hepsinin tümden yanlış olduğunu...

Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?

İnsanoğlunun var olduğu günden beri cevabını bulmaya çalıştığı bu temel soruya cevap bulma iddiasındaki bir fütüristin tam da keşfini açıklayacağı gece her şey trajik bir biçimde karanlığa gömülür. Eski öğrencisinin sunumuna davetli olan Simgebilim Profesörü Robert Langdon söz konusu keşfi öğrencisinin anısına dünyaya duyurmaya karar verir. Ancak, kendisini bekleyen şifrelerden, acı sürprizlerden ve ölümcül fanatiklerden habersizdir...

(Tanıtım Bülteninden)

 






Hamur Tipi : 2. Hamur
Ebat : 13,5 x 21,5
İlk Baskı Yılı : 2017
Baskı Sayısı : 1. Basım
Sayfa Sayısı : 536
Medya Cinsi : Ciltsiz
Orijinal Adı : Origin