21 Temmuz 2019 Pazar

Pazarlık Yok - Uğur Dündar

        Sözcü gazetesinde Uğur Dündar'ın yayınlanan köşe yazılarından oluşan bir kitap.
Her bir makale, bugünlere nasıl geldik ? sorusuna yanıt veriyor. Çok beğendiğim ve güzel mesajlar veren bir kısmı ise;

4.Kasım.2012'de sözcü gazetesinde yayınlanmış.

Atatürk Niçin Büyüktü ?
Ankara...
Cumhuriyet'in 10. Yılı...
Kutlamaların tümüne katıldığı için yorgun düşen Atatürk, geç saatlerde Ankara Palas Oteli'nde, Başbakan Şükrü Kaya ve yazar Ruşen Eşref Ünaydın'la sohbet ediyor.
Ruşen Eşref  bir ara, "Paşam etraf çok kalabalık. Korumaları biraz artırsak mı ?" diye soruyor.
Atatürk "Hayır, olmaz!" diyor. "Bu, icraatından emin olmayanların yapacağı iştir!"


Aşağıdaki tanıtım bülteni www.bilgiyayinevi.com.tr sitesinden alınmıştır.



Güzel ülkemizi yıllardır yöneten gerici zihniyet, bize dostluğu, arkadaşlığı, hatta sevgiyi bile unutturmaya çalıştı. Sevgisiz bir toplum yaratmaya uğraştı. İktidarını koruyabilmek uğruna, farklı siyasi görüşlerde olmalarına karşın, aynı mahallede, sokakta, apartmanda barış ve huzur içinde yaşamayı başaran insanlarımızı kamplara ayırıp kutuplaştırdı. Onları birbirine düşman edip çatıştırabilmek için her fırsatta acımasızca kin ve nefret tohumları ekti. Kardeş kavgasını körükleyerek lanetli terörden bile oy devşirmeye kalktı. Elinizdeki kitap, güzel ülkemizin işte bu karanlık yıllarına tanıklık ediyor. Büyük önder Atatürk'ün yaşadığımız coğrafyada hâlâ bir mücevher gibi parıldayan laik, demokratik “Cumhuriyeti”ne dört elle sarılması gerekirken, tam tersini yapan ve Türkiye'yi ortaçağ karanlığına sürüklemeye çabalayan zalimlerin topluma yaşattıklarını anlatıyor. Halkın bilgilenme hakkı dışında hiçbir gücün önünde eğilmeyen ve en zorda kaldığı anlarda bile dik durmaktan asla vazgeçmeyen bir gazetecinin, yarım asırlık birikim ve deneyim imbiğinden süzerek aktardığı gerçekleri yansıtıyor. O nedenle kitabın kapağında “Pazarlık Yok” yazıyor.




Stok Kodu
:
9789752205963
Boyut
:
13,8 x19,5 cm.
Sayfa Sayısı
:
328
Basım Yeri
:
Ankara
Baskı
:
9
Basım Tarihi
:
2015
Kapak Türü
:
Amerikan Kapak
Kağıt Türü
:
Kitap Kağıdı 60 gr.
Dili
:
Türkçe


Hayatın Mucizeleri - Stefan Zweig

        Karakter tahlilleri ve muhteşem mekan tasvirleriyle anlatılan güzel bir hikaye fakat hayatın mucizeleri nedir pek anlamadım. Ressam, bir model ararken, bulduğu genç yahudi kızı hristiyan yapma gayretinde, fakat genç kız hristiyanlardan hiç hoşlanmıyor. Başından geçen olaylar ve kitabın sonunda çok haklı olduğu görülüyor. Din kaynaklı olarak, insanların birbirlerine düşman olduğu bir dünya, bütün insanlığın sorunu, sadece bizim değil.

Aşağıdaki fotoğraf ve tanıtım bülteni www.dr.com.tr sitesinden alınmıştır.



Pencerelerin üzerinde günün ilk ışıkları görünüyordu. Ama onun hayatına ışık getirmiyorlardı, çünkü uzun yıllardır sürdürdüğü bu hayatta artık yeni şafaklar görmek istemiyordu, mucizelerinin dokunduğu şeyler henüz gerçekten onlar tarafındna dönüştürülmemişti. Ve şimdi, korku duymaksızın, kendini son mucizeye, düş ve illüzyon olmaya son veren ve sadece karanlık, sonsuz gerçeklik olan mucizeye yakın hissediyordu."



(Tanıtım Bülteninden)



Hamur Tipi : 2. Hamur

Sayfa Sayısı : 87

Ebat : 13,5 x 21

İlk Baskı Yılı : 2018

Baskı Sayısı : 1. Basım

7 Temmuz 2019 Pazar

Afrika’nın Hiçbir Yerinde - Stefanie Zweig

       Gerçek bir hayat hikayesinden alınmış. Bunu bilmek farklı bir etki yaratıyor. Okurken savaşın kötü yüzünden bahsedilmiyor, parçalanmış ailelerden, arkadaşlardan bahsediyor. Almanya'da yahudi olduğu için, Alman kabul edilmeyen bir aileye, İngiliz sömürgesi Kenya kucak açıyor. Dilini bilmiyorlar, daha kötüsü İngilizce de bilmiyorlar ama mutlu olarak yaşıyorlar. Fakat özlem ve Almanyadaki yakınları hep akıllarında. Bir gün Kenya'dan ayrılıp, Vatanlarına döneceklerine inanıyorlar. 9 yıl sonraki gelişmeler bunun mümkün olduğunu gösteriyor ama Afrika'nın büyüsü bu aileyi hiç bırakmayacak. Bence hikaye bitmemiş.


Aşağıdaki tanıtım bülteni www.kitapmatik.com.tr sitesinden alınmıştır.

Gerçek bir yaşam öyküsüdür Afrika... 1938 yılında Yahudi asıllı küçük bir ailenin Nazi hışmından kaçarak o zamanların İngiliz sömürgesi Kenya'ya sığınması ve yeni bir vatan edinme çabaları, uzaktan savaşın görüntüsü, endişeler, kaygılar, umutsuzluklar ve hüzün... Hukuk eğitimi görmüş Walter Redlich, güzel ve naif karısı Jettel, tatlı duyarlı küçük Regîna ve kahkahası dağlara yükselen Afrikalı Ovvuor'un sıcacık, tatlı öyküsünde bir dönemin acıları ile beraber yeni bir vatan edinmenin umutları da var Afrika romanında.
Yahudi asıllı küçük bir kızın İngiliz okulunda eğitim görürken yaşadıkları, hissettiği ikilemler, hayatına hızla giren romanlar, Charles Dickens'ler ve tam tam sesleri...
Bir Alman olan Walter'in İngiliz ordusunda yaşadıkları, kafası karışmış askerler, bütün dünyalarını ve yeteneklerini ülkelerinde bıraknıış kadınlar ve erkeklerin sıcak Afrika'ya uyum sorunları... Ve nihayet Nazilerin ortadan kaldırılmasından sonra 1946 yılında ülkelerinden sürülen parçalanmış Yahudiler için bir yol ayrımı...
Walter'in Almanyası mı, Regina'mn Afrikası mı... Bir yanda vatan özlemi, bir yanda ise sihirli güzellikler ve büyüleyici ormanlarıyla Afrika... Afrika romanında sığınmacıların kendine ait bir dünya kurmaya çalıştıkları Kenya'da sadece Redlich ailesinin değil bütün sığınmacıların orijinal öykülerini bulacaksınız...











Afrika'nın Hiçbir Yerinde: Vatanın Sürgün, Sürgünün Vatan Olduğu Romanın 4 Paradoksu

Giriş

İkinci Dünya Savaşı ve Holokost'tan kaçış hikayelerini düşündüğümüzde, zihnimizde genellikle Avrupa'nın karanlığından kaçıp güvenli bir sığınağa ulaşan insanların öyküleri canlanır. Bu anlatılarda temel mesele, korkunç bir vahşetten kurtulup basit bir fiziksel güvenliğe kavuşmaktır. Ancak bazı hikayeler, bu basit denklemi altüst eder ve hayatta kalmanın sadece bedensel değil, aynı zamanda derin bir kimlik krizi olduğunu gösterir.

Stefanie Zweig'in kendi çocukluk anılarından yola çıkarak yazdığı "Afrika'nın Hiçbir Yerinde" tam da böyle bir roman. Nazi Almanyası'ndan kaçarak Kenya'ya sığınan Yahudi Redlich ailesinin hikayesini anlatan bu eser, sürgünün beklenmedik yüzünü ortaya koyar. Fiziksel kurtuluşun, ruhsal bir parçalanmayı ve aidiyetin tamamen yeniden sorgulanmasını beraberinde getirdiğini anlatır. Bu roman, sürgün, vatan ve kimlik hakkında bildiğimizi sandığımız pek çok şeyi sorgulatan, sezgilere aykırı paradokslar barındırıyor. İşte o sarsıcı paradokslardan dördü.

--------------------------------------------------------------------------------

1. Asıl Sürgün "Eve" Dönünce Başlar

Romanın en şaşırtıcı yanlarından biri, "sürgün" kavramını tersine çevirmesidir. Ailenin kızı Regina için sürgün, Almanya'dan kaçtıklarında değil, yıllar sonra Almanya'ya "eve" döndüklerinde başlar. Kenya'da büyüyen Regina için Afrika, korkutucu bir sürgün yeri değil, keşfedilecek büyülü bir oyun alanı, yani gerçek "ev"dir. Ailenin sadık aşçısı Owuor ile kurduğu derin dostluk, öğrendiği Swahili dili ve çıplak ayakla bastığı kızıl toprak, onun kimliğini şekillendirir. O, Afrika'ya aittir.

Buna karşın, anne ve babası Walter ve Jettel için Kenya her zaman geçici bir duraktır. Onlar, kaybettikleri Alman kültürüne, konforlu hayatlarına ve anılarına özlem duyarak yaşarlar. Savaş bittiğinde, 1947'de aile Almanya'ya geri döner. Ancak bu dönüş, Regina için asıl travmatik sürgündür. Yıkılmış, harabeye dönmüş Almanya, onun gözünde "soğuk, gri ve düşman bir ülke"den başka bir şey değildir. Bu "tersine sürgün" teması o kadar merkezidir ki, Zweig bu travmatik dönüşü Almanya’nın Bir Yerinde adlı devam romanında ayrıntılarıyla işlemiştir.

Bu durum, romanın sorduğu en güçlü sorulardan birini ortaya koyar: Vatan neresidir? Doğduğumuz yer mi, yoksa kimliğimizin şekillendiği, ruhumuzun kök saldığı yer mi? Zweig, "eve" dönmenin bazen en büyük köksüzlük olabileceğini acı bir şekilde gösterir.

--------------------------------------------------------------------------------

2. Hem Kurban Hem Ayrıcalıklı Olmanın Paradoksu

"Afrika'nın Hiçbir Yerinde", iyiler ve kötüler arasındaki çizgiyi bulandırarak okuru rahatsız edici bir gerçekle yüzleştirir. Redlich ailesi, Nazi rejiminin zulmünden kaçan Yahudi mülteciler olarak tartışmasız bir şekilde kurbandır. Ancak hikaye, bu kurban kimliğinin Kenya'ya adım attıkları anda nasıl karmaşıklaştığını gözler önüne serer.

İngiliz sömürgesi olan Kenya'da, mülteci olmalarına rağmen ten renkleri nedeniyle otomatik olarak ayrıcalıklı beyaz sınıfın bir parçası olurlar. Bu durum, aileyi sosyolojik bir "arada kalmışlık" (liminality) haline sokar. Almanya'da "istenmeyen Yahudiler", Kenya'ya vardıklarında "fakir beyazlar", savaş patlak verdiğinde ise ironik bir şekilde "düşman Almanlar" olarak damgalanırlar. Her statü, bir öncekinden daha karmaşık bir kimlik krizi yaratır.

Bu paradoks, romanın en etkileyici yönlerinden biridir. Basit bir "mazlum ve zalim" anlatısını parçalayarak, iç içe geçmiş güç sistemlerini ve kurban kimliğinin bile bağlama göre nasıl değişebileceğini tokat gibi yüzümüze çarpar.

--------------------------------------------------------------------------------

3. Soykırım, Mektupların Arasındaki Bir Fısıltıdır

Pek çok Holokost anlatısının aksine, bu romanda toplama kampı sahneleri, gaz odaları veya getto tasvirleri yoktur. Zweig, Holokost'un dehşetini kasıtlı olarak binlerce kilometre uzakta tutarak, mektuplar aracılığıyla işleyen bir "uzaktan duyulan felaket" edebi stratejisi kullanır. Bu mesafe, travmayı azaltmak yerine daha da tekinsiz bir hale getirir.

Soykırımın yarattığı yıkım, okuyucuya Almanya'da geride kalan akrabalardan gelen mektuplar aracılığıyla ulaşır. Başlangıçta gündelik haberlerle dolu olan bu mektuplar, zamanla kısalır, sansürlenir ve giderek daha çaresiz bir tona bürünür. En sonunda ise tamamen kesilir. Bu mektuplar arasında belki de en tüyler ürpertici olanı, ailenin hissettiği o korkunç fısıltıyı somutlaştıran bir detaydır:

"Mektupların birinde büyükanne ve büyükbabanın 'Polonya'ya gidiyoruz' şeklindeki şifreli mesajı, Auschwitz’e sevkiyatı imleyen tüyler ürpertici bir detaydır."

Bu anlatım tekniği, romanın psikolojik gerilimini sürekli canlı tutar. Aynı zamanda, hayatta kalan Walter ve Jettel'in omuzlarındaki görünmez yükü, yani "biz kurtulduk, onlar kaldı" şeklindeki derin ve "suçlulukla karışık bir şükran" duygusunu okuyucuya hissettirir.

--------------------------------------------------------------------------------

4. En Kırılgan Görünen, En Güçlü Çıkar

Romanın başında ailenin annesi Jettel ile tanıştığımızda, onu Kenya'nın zorlu koşullarında hayatta kalması en imkansız karakter olarak görürüz. Varlıklı, şehirli ve şımarık bir burjuva kadını olan Jettel, Almanya'daki konforlu hayatına o kadar bağlıdır ki, Afrika'ya gelirken hayati ihtiyaçlar yerine porselen takımlarını ve abiye elbiselerini bavuluna koymuştur. İlk tepkisi Afrika'yı küçümsemek, direnmek ve her şeyi sürekli olarak Almanya ile kıyaslayarak şikayet etmektir.

Ancak sürgünün acımasız gerçekliği, Jettel'in bu kırılgan kabuğunu yavaş yavaş parçalar. Hayatta kalma zorunluluğu, onu entelektüel ve rasyonel kocası Walter'dan çok daha dayanıklı, pragmatik ve becerikli birine dönüştürür. Çiftliği yönetmeyi öğrenir, ailesinin hayatta kalması için yerel halkla ve İngiliz yetkililerle ilişkiler kurar. Jettel'in bu yükselişi, Almanya'da saygın bir avukatken Kenya'da statüsünü ve entelektüel zeminini yitirerek bir "erillik krizi" yaşayan kocası Walter'ın yaşadığı çöküşle tam bir tezat oluşturur.

Jettel'in hikayesi, insan ruhunun inanılmaz uyum yeteneğini ve gücünü gösterir. Onun "önyargı → temas → çatışma → kısmi empati" çizgisiyle özetlenebilecek karakter yolculuğu, bize en zorlu koşulların bile, içimizdeki beklenmedik gücü ortaya çıkarabileceğini hatırlatır.

--------------------------------------------------------------------------------

Sonuç

"Afrika'nın Hiçbir Yerinde", basit bir hayatta kalma öyküsünün çok ötesine geçerek vatan, aidiyet ve kimlik gibi kavramları parçalara ayırıp yeniden düşünmemizi sağlıyor. Roman, sürgünün sadece bir yerden ayrılmak olmadığını, aksine "ruhun kalıcı olarak bölünmesi" olduğunu gösteriyor. Bu bölünme, coğrafyalar değişse bile insanın içinde taşıdığı, asla tam olarak iyileşmeyen bir yara bırakıyor.

Roman bittiğinde, zihnimizde net bir cevap yerine derin bir soru kalıyor: Eğer doğduğunuz yer size yabancı, kaçtığınız yer ise yuvanız olmuşsa; "vatan" tam olarak neresidir?

















Haliç'te Yaşayan Simonlar - Hanefi Avcı


           Hanefi Avcı'nın Eskişehir Emniyet Müdürüyken yayınlanan olay kitabı. Kitap satışları çok yüksek olunca Merkeze alınmak için talepte bulunmuş.Kitabı 2010 yılında Eskişehir Emniyet Müdürüyken yazmış.
Kitap yaklaşık 600 sayfa, bir çok kişi okumadan, köşe yazıları yazıp, eleştirmiş. Temel eleştiri konusu; sistemi bu kadar eleştirip, sistemi düzeltmek için gerekli girişimleri yapmamış. Oysa okudukça görüyorsunuz, sistemin elverdiği kadarıyla elinden geleni yapmış. Kitabın belgesiz ve delilsiz olduğu ve haksız suçlamalar içerdiği eleştirisi var. Savunma ise şöyle, eğer toplanan deliller kitaba eklense en az 5-6 cilt olacağını söylüyor.
Cemaatin asker ve polis içersindeki yapılanmasını 2010 yılında anlatmış. Aslında cemaatin devletin bünyesinden temizlenmesinin çok zor ve uzun bir süreç olduğunu anlatıyor. Tekrar hatırlatıyorum yıl 2010.
Kitabın ilk bölümleri Hanefi Avcı'nın anılarını anlatıyor, son bölümleri ise ağırlıklı olarak Fettullahçı yapılanmayı anlatıyor. Bu kısımları kitap ilk yayınlandığı sıralarda çok tepki toplamış o dönemde bu yapılanma ile iktidar partisi omuz omuza şeriatı getirmek için çalışıyorlardı.

Kitapta geçen ilgi çekici cümleler;
"Bana bu dünyada cehennemi yaşatacaklar..."
"Dünya, ilk adımı atmaktan korkan yalnız insanlarla dolu."
"İnsanların kalbini değiştirmek cesaret ister."


Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr 'den alınmıştır.


Emniyet Teşkilatının efsanevi ismi, Susurluk sürecinde cesur duruşuyla gerçek bir kanun adamı tavrı gösteren Hanefi Avcı yine doğru bildiklerini söylemeye devam ediyor. Ucunun kime dokunduğuna bakmadan, yalnızca ülkesine karşı vicdani sorumluluğunu yerine getirmek için son dönemde yaşananların iç yüzünü kamuoyuna açıklıyor.

Kitap iki bölümden oluşuyor. Devlet başlıklı ilk bölümde, yıllarca devlete hizmet etmiş bir güvenlik görevlisi olarak geçirdiği fikirsel dönüşümü, bu dönüşüme neden olan olayları okurlarla paylaşıyor. Bu fikirsel dönüşümün sonucunda Avcı artık, uzun yıllar mücadele ettiği, sisteme muhalif grupların demokratik ve sağlıklı bir sistemin olmazsa olmazı olduğuna, farklı fikir ve düşüncelerin topluma zarar değil, ancak bir zenginlik katacağına, güvenlik sorununa indirgenen Kürt sorununun ancak demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilerek siyasi yollarla çözümlenebileceğine ve ordunun batılı ülkelerde olduğu gibi siyasetin dışında kalarak güçlü bir ordu olabileceğine inandığını açık yüreklilikle ifade ediyor. Avcı, bu kitabı yazmaktaki önemli amaçlarından birinin, böyle köklü bir değişim yaşamasına neden olan mesleki tecrübelerini aktararak, çok geniş bir kriminal yelpazede çalışmış olmanın verdiği donanımla kendinden sonra geleceklere yol göstermek olduğunu belirtiyor.

Cemaat başlıklı ikinci bölümde ise Avcı devletin çeşitli kurumlarına nüfuz etmiş cemaat yapısının son zamanlarda meydana gelen olaylardaki (özel yetkili mahkemelerin sürdürdüğü tahkikatlardan, telefon dinlemelerine, vs.) rolünü ortaya koyuyor. Cemaatin polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini bozarak çalışmalarını engellediğinden, üstüne üstlük bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaraladığından bahsediyor. Bugün özellikle özel yetkili mahkemelerce yürütülen tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı ile Emniyet İstihbarat Şubesindeki unsurları ve cemaate bağlı savcılar desteği ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken hukuksuz işlemlerin yapıldığına dair ciddi emareler olduğunu iddia ediyor. Tüm bu iddialarını, delilleriyle sağlam bir zemin üzerine inşa ediyor.

Avcı kitabın başlığında iki metafor kullanıyor; bunların devlet görevlilerinin, belli bir ideoloji etrafında örgütlenmiş grupların ve genel anlamda toplumun zihniyetini tanımlayabilmek için ne kadar isabetli bir biçimde seçilmiş olduğunu kitabı okuyup bitirdiğinizde anlayacaksınız. Görünen değil, perde arkasındaki gerçekleri merak ediyorsanız Emniyet teşkilatının güvenilir ve öncü ismi Hanefi Avcı'nın dürüst ve cesur sesine kulak verin!

Hanefi Avcı, meslek hayatına 1976 yılında Mut ilçe Emniyet Komiserliği görevi ile başladı. Daha sonra İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, KOM Dairesi Başkanlığı ve Edirne Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Avcı, halen Eskişehir Emniyet Müdürü olarak göre yapmaktadır. 2006 yılında TASAM'ın Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü'nü kazanmıştır. Avcı, Emniyette teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinir.



Sayfa Sayısı: 608

Baskı Yılı: 2010


Dili: Türkçe
Yayınevi: Angora
Sayfa Sayısı : 608
İlk Baskı Yılı : 2010
Dil : Türkçe

Ölüler Diyarı - Jean-Christophe GRANGE


          Stéphane Corso, zor bir göreve soyunuyor. Aslında katilin kim olduğu konusunda hiç şüphesi yok, fakat karşısındaki kişi son derece soğuk kanlı ve akıllı. Bu nedenle suçlu olduğunu ispatlaması kolay olmuyor. Aslında ispatlayamıyor ama beklenmedik gelişmeler yaşanıyor. Kitabın mahkeme sürecinde katili tahmin etmek zor değildi ama neden bu cinayetleri işlediği sorusuna yanıt bulamadım. Detaylarını daha sonra öğreniyoruz. Grange'nin rahat okunabilir, orta seviyede bir kitabı. Artık adet oldu, yazdığı her kitabı okuyoruz. Küçük bir ayrıntı gibi görünse de Grange'nin kitaplarında neredeyse hiç normal insan yok, herkesin psikolojik sorunları var.

Aşağıdaki tanıtım bülteni www.dr.com.tr 'den alınmıştır.



Cinayet büro amiri Stéphane Corso, bir dizi striptizci cinayetini araştırmakla görevlendirildiğinde, ne peşinde olduğu katilin karmaşık ruh halinin ne de girmesi gereken karanlık dünyanın farkındadır. Soruşturma onu geçmişi şaibeli, goya hayranı bir ressama götürür: Phılippe Sobieski’ye. Ressamla corso arasındaki düello, porno ve sadomazoşizm dünyasının labirentlerinde bir kedi fare oyununa dönüşür. Gerilimin efendisi Grangé, Ölüler Diyarı’nda insan doğasının kuytu köşelerini keşfe çıkıyor…

Sen kötüsün. 
Sen bir katilsin. 
Sen bir sapkınsın. 
Senin kanın çürümüş, zehirli ve kokuşmuş bir kan. Soyun neyse kanın da odur.
(Tanıtım Bülteninden)

Hamur Tipi : 2. Hamur
Sayfa Sayısı : 464
Ebat : 14 x 23

İlk Baskı Yılı : 2019


Kuş Kapanı / Dönüşüm Stefan Zweig

İlk öykü yaşlı bir adamın imkansız platonik aşkını anlatıyor.
Kendi duygularını gizlice başkasının ağzından dile getiren yaşlı adam, aslında kendi hissiyatlarını açığa vurmaktadır. Önceleri dalga geçtiğini sandığı olay, aslında kendisini de etkiler ve adından da anlaşılacağı gibi kapana girer. Biraz hüzün, biraz heyacan, kısa bir hikaye.

İkinci öykü de ise bir askerin hayatını bir günde nasıl değiştirdiğini ve sonrasında yaşadığı mutluluğu ele almış. Biraz şans, biraz dolandırıcılıkla zengin olan adamın, hiçbirşeyden mutlu olmamasıyla, parasını çarçur edip, ihtiyacı olan kişileri mutlu etmeye çalışmasını anlatıyor.
Aslında iyi bir karakter ve suçluluk çekiyor. Sonunda kendini buluyor ve mutlu oluyor. Aynı hikaye hem "Dönüşüm" hem de "Olağanüstü Bir Gece" adıyla yayınlanmış.

Aşağıdaki tanıtım bülteni www.kitapyurdu.com 'dan alınmıştır.

Bir itirafla başlayayım hikâyeme. Geçen yıl ağustosta Cadenabbia’daydım ve aynı otelde kaldım. Bunu sizi şaşırtacağından eminim, çünkü size tekrarlardan kaçınmaktan bahsettiğimi hatırlıyorum. Ama hikâyemi öğrenir öğrenmez neden bu kuralımı yıktığımı anlayacaksınız.
Burası o zaman da şimdiki gibi ıssızdı. Milan’lı bir adam vardı, bütün gün balık tutuyor, ertesi sabah aynı balığı yakalamak için akşam olduğunda tuttuğu balığı yeniden göle bırakıyordu. Sessiz sakin, etyemez, varlıkları yoklukları belli olmayan iki İngiliz vardı. Bir de yakışıklı bir delikanlı ve yanında soluk tenli, güzel bir kız kalıyordu otelde. Kızın, karısı olup olmadığını merak etmiştim çünkü birbirlerine karşı çok sevgi dolu davranıyorlardı.
*****
Beni bugün her şeyin gizemli bir şekilde çektiği gibi, uzaktan bir yerden müzik sesi ve çılgın sesler beni kendine çekmişti. Kendimi hayatın akışına bırakmak istiyordum. Kalabalığın içinde böyle sürüklenmenin sıra dışı bir büyüleyiciliği vardı. Heyecanlanan kütlenin içinde ben de heyecanlanıyordum; tüm duyularım toz, tütün, nefes ve terle karışmış bu ekşi sisin etkisiyle uyarılmıştı. Son zamanlara, düne kadar bana bayağı ve sıradan ve sonuç olarak da tiksindirici görünen her şey, kesinlikle uzak durmam için eğitildiğim her şey sanki ilk defa hayvani, dürtüsel ve sıradan güdülerle kendi akrabalarımın farkına varmışım gibi, arzularımın birincil hedefi haline gelmişti. Burada, şehrin varoşlarında, sıradan askerlerin, hizmetçi kızların ve serserilerin arasında kendimi tarif edilmez şekilde rahat hissediyordum. Bu yeni havayı sevinçle ciğerlerime çektim; kalabalığın içinde omuz omuza olmak mutluluk vericiydi ve tuhaf bir merak içinde bu sürüklenişin beni nereye götüreceğini öğrenmek için bekliyordum…

Yayın Tarihi
ISBN6052940761
Baskı Sayısı1. Baskı
DilTÜRKÇE
Sayfa Sayısı86
Cilt TipiKarton Kapak
Kağıt CinsiKitap Kağıdı
Boyut13.5 x 21.5 cm