7 Temmuz 2019 Pazar

Afrika’nın Hiçbir Yerinde - Stefanie Zweig

       Gerçek bir hayat hikayesinden alınmış. Bunu bilmek farklı bir etki yaratıyor. Okurken savaşın kötü yüzünden bahsedilmiyor, parçalanmış ailelerden, arkadaşlardan bahsediyor. Almanya'da yahudi olduğu için, Alman kabul edilmeyen bir aileye, İngiliz sömürgesi Kenya kucak açıyor. Dilini bilmiyorlar, daha kötüsü İngilizce de bilmiyorlar ama mutlu olarak yaşıyorlar. Fakat özlem ve Almanyadaki yakınları hep akıllarında. Bir gün Kenya'dan ayrılıp, Vatanlarına döneceklerine inanıyorlar. 9 yıl sonraki gelişmeler bunun mümkün olduğunu gösteriyor ama Afrika'nın büyüsü bu aileyi hiç bırakmayacak. Bence hikaye bitmemiş.


Aşağıdaki tanıtım bülteni www.kitapmatik.com.tr sitesinden alınmıştır.

Gerçek bir yaşam öyküsüdür Afrika... 1938 yılında Yahudi asıllı küçük bir ailenin Nazi hışmından kaçarak o zamanların İngiliz sömürgesi Kenya'ya sığınması ve yeni bir vatan edinme çabaları, uzaktan savaşın görüntüsü, endişeler, kaygılar, umutsuzluklar ve hüzün... Hukuk eğitimi görmüş Walter Redlich, güzel ve naif karısı Jettel, tatlı duyarlı küçük Regîna ve kahkahası dağlara yükselen Afrikalı Ovvuor'un sıcacık, tatlı öyküsünde bir dönemin acıları ile beraber yeni bir vatan edinmenin umutları da var Afrika romanında.
Yahudi asıllı küçük bir kızın İngiliz okulunda eğitim görürken yaşadıkları, hissettiği ikilemler, hayatına hızla giren romanlar, Charles Dickens'ler ve tam tam sesleri...
Bir Alman olan Walter'in İngiliz ordusunda yaşadıkları, kafası karışmış askerler, bütün dünyalarını ve yeteneklerini ülkelerinde bıraknıış kadınlar ve erkeklerin sıcak Afrika'ya uyum sorunları... Ve nihayet Nazilerin ortadan kaldırılmasından sonra 1946 yılında ülkelerinden sürülen parçalanmış Yahudiler için bir yol ayrımı...
Walter'in Almanyası mı, Regina'mn Afrikası mı... Bir yanda vatan özlemi, bir yanda ise sihirli güzellikler ve büyüleyici ormanlarıyla Afrika... Afrika romanında sığınmacıların kendine ait bir dünya kurmaya çalıştıkları Kenya'da sadece Redlich ailesinin değil bütün sığınmacıların orijinal öykülerini bulacaksınız...











Afrika'nın Hiçbir Yerinde: Vatanın Sürgün, Sürgünün Vatan Olduğu Romanın 4 Paradoksu

Giriş

İkinci Dünya Savaşı ve Holokost'tan kaçış hikayelerini düşündüğümüzde, zihnimizde genellikle Avrupa'nın karanlığından kaçıp güvenli bir sığınağa ulaşan insanların öyküleri canlanır. Bu anlatılarda temel mesele, korkunç bir vahşetten kurtulup basit bir fiziksel güvenliğe kavuşmaktır. Ancak bazı hikayeler, bu basit denklemi altüst eder ve hayatta kalmanın sadece bedensel değil, aynı zamanda derin bir kimlik krizi olduğunu gösterir.

Stefanie Zweig'in kendi çocukluk anılarından yola çıkarak yazdığı "Afrika'nın Hiçbir Yerinde" tam da böyle bir roman. Nazi Almanyası'ndan kaçarak Kenya'ya sığınan Yahudi Redlich ailesinin hikayesini anlatan bu eser, sürgünün beklenmedik yüzünü ortaya koyar. Fiziksel kurtuluşun, ruhsal bir parçalanmayı ve aidiyetin tamamen yeniden sorgulanmasını beraberinde getirdiğini anlatır. Bu roman, sürgün, vatan ve kimlik hakkında bildiğimizi sandığımız pek çok şeyi sorgulatan, sezgilere aykırı paradokslar barındırıyor. İşte o sarsıcı paradokslardan dördü.

--------------------------------------------------------------------------------

1. Asıl Sürgün "Eve" Dönünce Başlar

Romanın en şaşırtıcı yanlarından biri, "sürgün" kavramını tersine çevirmesidir. Ailenin kızı Regina için sürgün, Almanya'dan kaçtıklarında değil, yıllar sonra Almanya'ya "eve" döndüklerinde başlar. Kenya'da büyüyen Regina için Afrika, korkutucu bir sürgün yeri değil, keşfedilecek büyülü bir oyun alanı, yani gerçek "ev"dir. Ailenin sadık aşçısı Owuor ile kurduğu derin dostluk, öğrendiği Swahili dili ve çıplak ayakla bastığı kızıl toprak, onun kimliğini şekillendirir. O, Afrika'ya aittir.

Buna karşın, anne ve babası Walter ve Jettel için Kenya her zaman geçici bir duraktır. Onlar, kaybettikleri Alman kültürüne, konforlu hayatlarına ve anılarına özlem duyarak yaşarlar. Savaş bittiğinde, 1947'de aile Almanya'ya geri döner. Ancak bu dönüş, Regina için asıl travmatik sürgündür. Yıkılmış, harabeye dönmüş Almanya, onun gözünde "soğuk, gri ve düşman bir ülke"den başka bir şey değildir. Bu "tersine sürgün" teması o kadar merkezidir ki, Zweig bu travmatik dönüşü Almanya’nın Bir Yerinde adlı devam romanında ayrıntılarıyla işlemiştir.

Bu durum, romanın sorduğu en güçlü sorulardan birini ortaya koyar: Vatan neresidir? Doğduğumuz yer mi, yoksa kimliğimizin şekillendiği, ruhumuzun kök saldığı yer mi? Zweig, "eve" dönmenin bazen en büyük köksüzlük olabileceğini acı bir şekilde gösterir.

--------------------------------------------------------------------------------

2. Hem Kurban Hem Ayrıcalıklı Olmanın Paradoksu

"Afrika'nın Hiçbir Yerinde", iyiler ve kötüler arasındaki çizgiyi bulandırarak okuru rahatsız edici bir gerçekle yüzleştirir. Redlich ailesi, Nazi rejiminin zulmünden kaçan Yahudi mülteciler olarak tartışmasız bir şekilde kurbandır. Ancak hikaye, bu kurban kimliğinin Kenya'ya adım attıkları anda nasıl karmaşıklaştığını gözler önüne serer.

İngiliz sömürgesi olan Kenya'da, mülteci olmalarına rağmen ten renkleri nedeniyle otomatik olarak ayrıcalıklı beyaz sınıfın bir parçası olurlar. Bu durum, aileyi sosyolojik bir "arada kalmışlık" (liminality) haline sokar. Almanya'da "istenmeyen Yahudiler", Kenya'ya vardıklarında "fakir beyazlar", savaş patlak verdiğinde ise ironik bir şekilde "düşman Almanlar" olarak damgalanırlar. Her statü, bir öncekinden daha karmaşık bir kimlik krizi yaratır.

Bu paradoks, romanın en etkileyici yönlerinden biridir. Basit bir "mazlum ve zalim" anlatısını parçalayarak, iç içe geçmiş güç sistemlerini ve kurban kimliğinin bile bağlama göre nasıl değişebileceğini tokat gibi yüzümüze çarpar.

--------------------------------------------------------------------------------

3. Soykırım, Mektupların Arasındaki Bir Fısıltıdır

Pek çok Holokost anlatısının aksine, bu romanda toplama kampı sahneleri, gaz odaları veya getto tasvirleri yoktur. Zweig, Holokost'un dehşetini kasıtlı olarak binlerce kilometre uzakta tutarak, mektuplar aracılığıyla işleyen bir "uzaktan duyulan felaket" edebi stratejisi kullanır. Bu mesafe, travmayı azaltmak yerine daha da tekinsiz bir hale getirir.

Soykırımın yarattığı yıkım, okuyucuya Almanya'da geride kalan akrabalardan gelen mektuplar aracılığıyla ulaşır. Başlangıçta gündelik haberlerle dolu olan bu mektuplar, zamanla kısalır, sansürlenir ve giderek daha çaresiz bir tona bürünür. En sonunda ise tamamen kesilir. Bu mektuplar arasında belki de en tüyler ürpertici olanı, ailenin hissettiği o korkunç fısıltıyı somutlaştıran bir detaydır:

"Mektupların birinde büyükanne ve büyükbabanın 'Polonya'ya gidiyoruz' şeklindeki şifreli mesajı, Auschwitz’e sevkiyatı imleyen tüyler ürpertici bir detaydır."

Bu anlatım tekniği, romanın psikolojik gerilimini sürekli canlı tutar. Aynı zamanda, hayatta kalan Walter ve Jettel'in omuzlarındaki görünmez yükü, yani "biz kurtulduk, onlar kaldı" şeklindeki derin ve "suçlulukla karışık bir şükran" duygusunu okuyucuya hissettirir.

--------------------------------------------------------------------------------

4. En Kırılgan Görünen, En Güçlü Çıkar

Romanın başında ailenin annesi Jettel ile tanıştığımızda, onu Kenya'nın zorlu koşullarında hayatta kalması en imkansız karakter olarak görürüz. Varlıklı, şehirli ve şımarık bir burjuva kadını olan Jettel, Almanya'daki konforlu hayatına o kadar bağlıdır ki, Afrika'ya gelirken hayati ihtiyaçlar yerine porselen takımlarını ve abiye elbiselerini bavuluna koymuştur. İlk tepkisi Afrika'yı küçümsemek, direnmek ve her şeyi sürekli olarak Almanya ile kıyaslayarak şikayet etmektir.

Ancak sürgünün acımasız gerçekliği, Jettel'in bu kırılgan kabuğunu yavaş yavaş parçalar. Hayatta kalma zorunluluğu, onu entelektüel ve rasyonel kocası Walter'dan çok daha dayanıklı, pragmatik ve becerikli birine dönüştürür. Çiftliği yönetmeyi öğrenir, ailesinin hayatta kalması için yerel halkla ve İngiliz yetkililerle ilişkiler kurar. Jettel'in bu yükselişi, Almanya'da saygın bir avukatken Kenya'da statüsünü ve entelektüel zeminini yitirerek bir "erillik krizi" yaşayan kocası Walter'ın yaşadığı çöküşle tam bir tezat oluşturur.

Jettel'in hikayesi, insan ruhunun inanılmaz uyum yeteneğini ve gücünü gösterir. Onun "önyargı → temas → çatışma → kısmi empati" çizgisiyle özetlenebilecek karakter yolculuğu, bize en zorlu koşulların bile, içimizdeki beklenmedik gücü ortaya çıkarabileceğini hatırlatır.

--------------------------------------------------------------------------------

Sonuç

"Afrika'nın Hiçbir Yerinde", basit bir hayatta kalma öyküsünün çok ötesine geçerek vatan, aidiyet ve kimlik gibi kavramları parçalara ayırıp yeniden düşünmemizi sağlıyor. Roman, sürgünün sadece bir yerden ayrılmak olmadığını, aksine "ruhun kalıcı olarak bölünmesi" olduğunu gösteriyor. Bu bölünme, coğrafyalar değişse bile insanın içinde taşıdığı, asla tam olarak iyileşmeyen bir yara bırakıyor.

Roman bittiğinde, zihnimizde net bir cevap yerine derin bir soru kalıyor: Eğer doğduğunuz yer size yabancı, kaçtığınız yer ise yuvanız olmuşsa; "vatan" tam olarak neresidir?

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder